CENAZE TÖRENLERİNDE...
03 Ocak 2017 09:11:37
En az beş tanıdığın sosyal medyada "Bir yıl nasıl başlarsa öyle gider" özdeyişinin çeşitlemeleri üzerinden yeni yılı karşıladığını teşhis ettim. Bu doğruysa yandı gülüm keten helva. Bu yıldan da hayır beklemek zor.
Zira 2016 yılı cenazelerle bitti, 2017 yılı da cenazelerle başladı. Önce İstanbul'da ünlü bir gece kulübüne yapılan saldırıda 39 kişinin öldürülmesinin şokunu yaşadık. Yılın ilk mesai gününe ise önceki dönem Ereğli Belediye Başkanı Ruhi Cöbekoğlu'nu son yolculuğuna uğurlayarak başladık. Her birinin mekanı cennet olsun.
Güncelde ağırlığını hissettiren konular, o toplumun sosyal psikolojisini oluşturmakta önemli bir rol oynar. 2016 yılında her sabah, her akşam haberleri izlemeye başladığımızda, neredeyse her bültende yer alan şehit cenazeleri veya onların yakınlarının dramlarına ilişkin haberler, günlük yaşamın rutinine dönüşmeye başladı. Arada kalan zamanlarda da Ereğli'de, Zonguldak'ta son yolculuğa uğurladığımız tanıdıkları konuştuk. İşte GMİS Yöneticisi Hakkı Arslan, Ressam Mehmet Ali Özbaşakçı... Gazeteci arkadaşımız Yalçın Kasapoğlu... Şu an aklıma gelmeyen belki onlarca kişi...
Bunca ölüm arasında, günleri tespih gibi arka arkaya dizerek yaşayıp gitmek kolay iş değil. Bir tarafımız hüzün hep... Yağmur Atsız'ın şiirindeki gibi.
"çözülen bir yün yumağı
akıp giden günlerimiz
mezar taşlarından suskun
telaşsız sessiz sitemsiz
savrulan yapraklar gibi
akıp giden günlerimiz
cenaze törenlerinde
telaşsız sessiz sitemsiz"
***
Eskiden haber bültenlerinde onulmaz hastalıklardan kurtulanları, on yıl çocuk hasreti çektikten sonra dördüz sahibi olan aileleri, ağaçlarda mahsur kalan kedilerin itfaiye marifetiyle kurtarılışına dair haberler görürdük. Yaşamın küçük, güzel yönleriydi bunlar. Her gün doğan güneş gibi, bir sonraki güne, haftaya ve yıla umut beslememizin vesileleriydi hepsi.
Her geçen gün cenaze ve ölüm haberleriyle iç içe geçtiğimiz günlerden beri yaşama azmini teşvik eden bunun gibi haberler işitemez olduk. Belki bunlar yine oluyor ama havadaki ölüm kokusu öyle ağır ki, farkına varamıyoruz. Yaşamı fark edemeyecek kadar yan yana yürümeye alıştık ölümle.
Yine de çocuklar doğuyor, okula başlıyor, karne günleri kurdeleli, simli işaretler getiriyor. En ağır karanlığı ufacık bir mumun dağıttığı gibi, tomurcuğunda kızıllığını gösteren bir gül goncası bile en ağır ölüm atmosferini dağıtıverir yeri geldiğinde. Zira yaşam, bize verilmiş bir armağan ve doğal olarak onu en iyi şekilde değerlendirme fırsatını arayan, farkında olmadığımız bir yönümüz de var. Güzel şey yaşamak. Yaşanacak son bir gün kalmış gibi sevinçle yaşamak gerek her günü.
Nazım'ın şiirinde sözünü ettiği gibi...
"Yaşamak ne güzel şey
Anlayarak, bir usta, kitap gibi
Bir sevda şarkısı gibi
Bir çocuk gibi şaşarak yaşamak...
Yaşamak birer birer ve hep beraber
İpekli bir kumaş dokur gibi
Hep bir ağızdan sevinçli sevinçli bir destan okur gibi"
Ne kadar sosyal paylaşım sistemlerinde kin, nefret, intikam duygularını ön plana çıkaran ifadeler yaygınlaşırsa yaygınlaşsın, ölüm haberleri hayatın her alanına ne kadar nüfuz ederse etsin; ne kadar ölüm ebedi, yaşam sınırlı olsa da, esas, aziz olanın ölüm değil, yaşam olduğunu hatırdan hiç çıkarmamak gerekiyor.ETİKETLER : Yazdır
Diğer Yazıları
© degisimmedya.com
İletişim Bilgileri Künye İstek, Şikayetleriniz İçin Tıklayın Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. Tel : 0 372 322 27 30
E-posta: info@degisimmedya.com