NASRETTİN HOCA'NIN GÖZÜNDEN...
25 Nisan 2019 09:10:32
Doğu Kültürü ve Mizahı Uzmanı, Ordinaryus unvanını kaldırılmasından ötürü kıl payı kaçıran Prof. Dr. Nasrettin Hoca, memleketimizin yetiştirdiği güzide değerlerdendir. Özellikle dünyanın merkezinin bulunduğu yer ve gökyüzündeki yıldızların sayısı konusunda ilim alemine katkıları onu ayrıcalıklı kılar.
Bu ayrıcalıklı şahsın hayatı çeşitli dönemlerden oluşur. Doğup büyüdüğü Sivrihisar ile önce din görevlisi, ardından o zamanlar kadı olarak tabir edilen hukuk görevini icra ettiği Akşehir arasında bu mümtaz şahsiyetin kimin hemşehrisi sayılması konusunda ihtilaf vardır. Bu bir örnek sadece... Ona bakarsanız Azerbaycan, İran, Suriye, Bosna Hersek, Sırbistan ve Bulgaristan'a kadar her yerde onun faziletini kalın çizgilerle vurgulayan hikmetleri konuşulur.
O siz, biz, öteki, beriki; kısaca hepimizi anlatır. İhtisas alanı budur. Öyle didaktik yöntemlerle falan değil, basit mesellerle anlatır irfanını. Kendi gülünçlüklerimizi sert bir tokat gibi yüzümüze çarpar. Öyle bir kibarca yapar ki sırf kusur başkalarına izafe edilmiş sayarız. Bu yüzden de kendi ahmaklığımız ve tuhaflıklarımıza gülmekten ar etmeyiz.
Hayatının her tarafında bin fazilet ve hikmet bulabileceğiniz bu ilim ve irfan adamının bir hikayesini hepsinden daha etkileyici bulmuşumdur hep.
***
Üstadların üstadı Nasreddin Hoca, konu komşunun üstüne giydiği sırmalı yeleğin eskimesi üzerine yaptıkları kinaye yollu sözlerden bıkmıştır. Aslında o yeleği alalı çok olmuştur ama ufak tefek iplik kaçmalarına rağmen, sırtını ilk aldığı günkü kadar sıcak tutmaktadır. Kendisi istemediği halde, sırf mahalle baskısı dolayısıyla janjanlı görünmek için, mevcut yeleğinden daha fazla ısıtmayacak bir başka yeleğe bir sürü akçe ödemeye zorunda bırakıldığı ötürü kızgındır. Dahası, yaşamasına yetecek miktarı aşan para pul işlerini küçümsediğinden, ne istifçi komşusu kadar akçesi vardır, ne de gayrımüslim tuhafiyeciler kadar.
Öte yandan, kendisini çok seven mahallelinin, itibarına yakışan bir görüntü sunmasını beklediğinin de farkındadır. Kapitalizm böyle bir şeydir. Sen istemezsin ama sırf hısım akraban, konu komşun istiyor diye ekstradan masraf etmeye mecbur kalırsın. Sırtında kürkün yokken, muteber sayılan bir evde akşam yemeğine katılmak bile mümkün değildir. Hoca bunları iyi bilmektedir. Uzun etmeyelim, Hoca kös kös tuhafiyecinin yolunu tutar.
***
Tuhafiyeciyi de yakından tanımaktadır. Adam, para hesabı haricinde hiçbir şey bilmeyen, bin bir güçlükle borç veren, alacağını tahsilde her türlü utanç verici operasyonu yapabilen birisidir. Üstadların Üstadı Nasreddin Hoca, bir zamanlar kethüdayı karşılamak, ağırlama giderlerini karşılamak için bu adamdan borç almış, kapısına sürekli dayanmasından rahatsızlık duyduğundan, iki sene ekmeyeceği tarlasından geçen koyunların yünlerini toplayarak imal edeceği iplikle dokuyacağı kumaşın parasıyla borcunu vereceğini söylemiştir. Yine de hırgür olmasın diye ahırdaki iki ineğinden birini satarak borcunu ödemiştir. Bu yüzden kendisine hayli kızgındır.
Akşehir'de bundan yaklaşık sekiz yüz yıl önce bir tuhafiyeci dükkânını modern bir insanın hayal etmesi güçtür. Tuhafiyeci diye bir şey yoktu çünkü. Aslında giyim eşyalarının yanı sıra, küp, tespih, çeşitli ev gereçleri, nal, mıh, eyer ve semer parçaları, dizginler, yularlar, urganlar gibi otomotiv aksesuarları, bozulmayacak türden gıda ürünleri satan, kapısı ve küçük bir penceresi dışında gün ışığı girmeyen, küflü peynir kokusunun pastırma kokusuna karıştığı loş bir dükkân düşünün.
Hoca, bir yarım çemberin bir ucuna takılı gizli cıvatanın uygun bir lokma aletiyle sıkılmasıyla imal edilen kilidin açık durduğu kapıdan girdiğinde, tüm kızgınlığına rağmen, sırf üstüne farz diye selamını verir. Selamını alan dükkan sahibinin kendisine kaşının altından attığı alaycı bakış ve sesindeki kinayeyi dikkatinden kaçırmadan şalvarlar, kuşaklar, sarıklar, yelekler ve cübbelerin bulunduğu köşeye yönelir. Beden beden sürüyle giysi yoktur aslında. Her birinden bir büyükçe, bir de daha tefek kişiler için birer örnek vardır.
Hoca, bir sarığı eline alır, evirir çevirir.
"Kaç akçe bu?" diye sorar.
Müşterisiyle daha önce yaşadığı alacak verecek sorunlarını düşünmekte olan tüccar tereddütle cevaplar. "Beş akçe."
Hoca, "İyi," der. "bunu alıyorum."
Sarığı tezgaha koyar ve aklına bir şey gelmiş gibi giyecek reyonuna döner. Bu kez gözüne kestirdiği sarı sırmalarla süslenmiş kalın abadan bir yeleği eline alır.
"Peki bu kaça?" diye sorar.
"O da beş akçe."
"O zaman sarık kalsın, yerine bunu alıyorum." Der ve kolunun altına sıkıştırdığı yelekle kapıya yönelir. Tam kapıdan çıkmak üzereyken, dükkan sahibi seslenir, "Hoca dur, parasını vermedin!"
Hoca omzunun üstünden geriye bakarak, "Onu sarığın yerine aldım ya" der.
"Ama sarığın parasını da vermedin ki"
"Sarığı almadım ki, niye parasını vereyim?"
Dükkancı bu girift hesabı düşünmeye dalarken Hoca kapıdan çıkıp gider.
***
Dokuz yüz yıl sonra, siyaset ve toplum ilişkisini, torbalar dolusu yeni düzenlemeleri, beka meselelerini ve daha birçok şeyi algılamaya çalışırken, içinde bulunduğumuz durum, aynen parası ödenmemiş sarığın yerine yeleği kaptırmış tuhafiyeci olarak buluyoruz kendimizi...
Dış borca dayalı ekonominin,devlet erkanına lüks harcamalar, otomobiller, uçaklar, ejder meyveli smoothie'ler ; vatandaşa daha fazla vergi, köprü, yol ücretleri, her gün daha da can sıkan akaryakıt fiyatları, domates, patates, soğan fiyatı artışının düştüğü hatalı bir düzenin bekasından söz etmeyi bundan daha iyi izah etmek mümkün müdür dersiniz?
ETİKETLER : Yazdır
Diğer Yazıları
© degisimmedya.com
İletişim Bilgileri Künye İstek, Şikayetleriniz İçin Tıklayın Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. Tel : 0 372 322 27 30
E-posta: info@degisimmedya.com