NE DERS ALINMALI?
26 Haziran 2019 08:46:01
Pazar günü yapılan ve Ekrem İmamoğlu’nun oyunu radikal şekilde arttırarak kazandığı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinden siyasiler—ulusal düzlemde ve yerel düzlemde—nasıl dersler çıkarmalı?
Bir gün önce, seçime yönelik tespitlerde bulunurken değinilen bazı hususlar da var bunların içerisinde, başka şeyler de… Yine de genel anlamda söylemek gerekirse, artık siyaset yapmanın mekanizması, bundan on yıl önce, beş yıl önce, üç yıl önce olduğundan farklı mekanikleri esas alıyor. İster farkında olun, ister olmayın, ister yanında olun ister karşısında; dünya değişiyor ve değişen koşullara uyum sağlayan siyasetçilerin başarılı olma şansı bu yeni dünyada daha fazla…
İmamoğlu’nun şahsından yapılabilecek bir çıkarsama da, toplumun daha büyük, daha güçlü gözüken siyasi çevresinde toplandığına inanılan siyaset modelinin de bir şekilde tatile çıktığı şeklinde. Seçmen tercihinin bu güdü üzerinden yönlendirilmesi zaman zaman geri dönebilir ama son seçimler bu eğilimin erozyona uğradığını gösteriyor. Daha mütevazı, daha kendisinden olanı tercih ediyor seçmen. Bunu Türkiye’de yaşayan herkesin Köroğlu’na sahip çıkarken, Bolu Beyi’nin esamisinin okunmamasına benzer bir durum olarak değerlendirebilirsiniz.
Aynı şekilde, bol keseden dağıtılan seçim promosyonlarının etkisinin de zannedildiği kadar olmadığı ortaya çıktı. Eskiden iktidar partisi sosyal devlet gereği, insaniyet gereği olduğu kadar, politik arkaplana da sahip gerekçelerle kuru kumanya, kömür, para yardımı filan yapar, muhalefet bir sonraki seçimde bu yardımların oya tahvil edildiği neticesini çıkararak kendi başarısızlıklarını bir şekilde geriye ket vururdu. Toplum sosyal yardımları artık ihsan olarak değil, devletin asli görevlerinden olarak algılamayı tercih ediyor artık.
Bu konunun ilginç bir tarafı daha var bence… Sosyal yardımlarla ilgili politik söylemlerin, bu yardımları alanlardan ziyade, almayanlar üzerinde daha etkili olduğu görüşü yaygınlık kazanıyor. Sosyal yardımlar, tuzu kuru kesimlere, kendilerini daha rahat hissettiriyor olsa gerek ki bu söylemleri işsiz, yoksul ve dışlanmış kesimler yerine onlar dile getiriyor.
Geçtiğimiz yıllarda sosyal medyanın artık yazılı ve görsel basının yerini aldığı düşünülüyordu. Şüphesiz bu seçim de sosyal medyanın yaygın olarak kullanıldığı bir alan oldu. Fakat bu seçimde yazılı ve görsel medyanın geri dönüşüne de şahit olduk. İlk kez görsel medyada iki aday bir araya gelerek projeleri ve eleştirilerini, görüşlerini anlattı. Bunu yaparken de bir önceki yazıda belirtildiği üzere, iktidara yakın medyayı değil, eleştirel tutumuyla bilinen bir kanalı tercih ettiler. Bu durum aynı zamanda siyasilerin kendilerine yakın medya kuruluşları aracılığıyla verdikleri iletilerin, bağımsız kuruluşların verdiğine kıyasla daha az etkili olduğunu da ortaya koydu. Bunun nedeni basit aslında: normal akan bir trafik haber değildir, araç seyirleri güçleştiğinde, sürücüler akla karayı seçmeye başladığında trafik olgusu daha etkili bir habere dönüşür. Bu dün de böyleydi, anlaşılıyor ki bugün de böyle.
Siyasette bir kabuk değiştirme ihtiyacı olduğunu da gözlemledik bu seçimde. Daha genç adaylar, daha yeni yöntem ve yaklaşımlar geliştirdi. Geleneksel siyaset biçimleri ve geleneksel siyasetçilerin pabucu dama atılmaya başlandı. Elbette Türk siyasi geleneğini oluşturan partiler bu durumu kendi bakış açılarından değerlendirecektir ama “Şanlı aday” konsepti, hakimiyeti “Genç Aday”a bırakmaya başladı. Bunun da açıklaması, tecrübenin statükoyu korumak için geçerli olduğu, yeni bir şeylere ihtiyaç duyulduğunda yenilikçi adayların daha fazla prim yapacağı şeklinde olmalı galiba. İmamoğlu’nun “Her Şey Çok Güzel Olacak” sloganının—ki bu aynı zamanda Cem Yılmaz’ın bir filmidir—kelli felli halkla ilişkiler uzmanları ve yüksek maaşlı danışmanlar tarafından değil, henüz lise çağında bir delikanlı tarafından bulunmuş olmasını da bu durumun bir göstergesi olarak değerlendirmek gerekir.
Türk toplumunun ayrılıkçı, aykırı yaklaşımlara tepki gösterdiği bilinen bir gerçek. Fakat demokratik geleneği bu kadar uzun süre yaşatan bir ülkede, en farklı fikirlerle bile uzlaşma arayışı içinde olunması ihtiyacı olduğu anlaşılıyor. Ötekileştiren, itham eden söylemlerle geçmişte siyaset yapmak mümkündü, bugün de belli ölçülerde bu yöntemin etkisi olabilir ama yakın gelecekte Türkiye’nin, dolayısıyla seçmenin bu tarz yaklaşımları marjinalize etmesini beklemek daha doğru olacaktır.
Oyunun kuralları bir kez değişti mi artık eski platformlarda, eski yöntemlerle siyaset yaparak sonuca ulaşamazsınız. Gerek Türkiye geneli, gerekse yerelde siyaset yapma biçimi değişecek, değişiyor. Hatta değişti bile. Artık güç gösterileri ve büyüklük söylemleri kibir olarak da okunuyor. Bu nedenle Karadeniz’e inen dağların hamuru kadar eski bir güce boyun eğiyor siyaset. Siyaset arenası barış, huzur, eşitlik, kardeşlik, tevazu; ayrıca akıl ve vicdan, başka bir deyişle adalet istiyor. Zira Adalet dediğiniz şey, akıl ve vicdanın makul bir birleşiminden başka bir şey değildir.
Bu çerçeveden ayrılan siyasetçinin makamının ne olduğunun hiç önemi yok. Muhtar, belediye başkanı, milletvekili, bakan, cumhurbaşkanı olabilir. İnsanlar birinin bir makamda olmasını değil, yukarıda sayılan insani melekeleri görmek istiyor.
Yukarıda da belirtildiği üzere, seçmen Bolu Beyi’ni değil, Köroğlu’nu istiyor…
ETİKETLER : Yazdır
Diğer Yazıları
© degisimmedya.com
İletişim Bilgileri Künye İstek, Şikayetleriniz İçin Tıklayın Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. Tel : 0 372 322 27 30
E-posta: info@degisimmedya.com