UNUTMADIK DİYORUZ AMA…
17 Agustos 2019 08:32:06
Felaket başa gelmeden umursamayan, bir kere başa geldikten sonra da hamasete vuran bir topluluğuz vesselam.
Geçtiğimiz haftalarda bir sel afeti yaşandı. Olayın sıcağıyla alınmayan önlemler, yapılmayan imar düzenlemeleri, tamamlanamayan dere ıslahları, devletin görevleri, kamu idaresinin ihmali filan diye allame cihan kesildi herkes. Bir kez yağışlar sona erip de hayat normale dönünce yine eski tas eski hamam, bize bir şey olmaz demeye gelen bir tutuma girdik. Zannedersin on binlerce yıllık tarihini öğrenmek için dünyanın zamanını harcayan, tozlu ciltler, karanlık mağaralarda zaman geçiren yaratıkla, dününü unutan, yaşadıklarından herhangi bir ders çıkarmayı zul gören aynı yaratık değil.
Zonguldak’ta bir maden kazası olur, onlarca kişi hayatını yitirir, özel ocaklarda her gün bir iki kişi dünya serüvenini pisi pisine sonlandırır, sene-i devriyesinde iddialı açıklamalar yapılır,unutmayacağız, unutmadık denilir.
Diyoruz ama bir şey tekrar yaşanıyor, aynı acılar başa geliyorsa, lafla peynir gemisinin yürümediğini de kabul etmek gerek.
***
17 Ağustos 1999’da yaşanan İzmit Gölcük merkezli depremin üstünden yirmi yıl geçti. 12 Kasım’da da Düzce’de yaşanan depremin üzerinden yirmi yıl geçmiş olacak. Unutmadık diyoruz. Unutmayacağız diyoruz. Unutturmayacağız diyoruz.
Aslında olayın kendisini unutmadık. Sabah saatlerinde televizyonların helikopterlerden yaptığı canlı yayınlarda enkazların arasında karınca misali ağlaşarak dolaşan insanlar, o günleri yaşayanların hafızasında tazeliğini koruyor. Unuttuğumuz şey, afetlerin tekrarı halinde aynı büyüklükte acılar yaşanmaması için gerekeni yapmak gerçekte. Onu unuttuktan sonra gerisini hatırlasan ne olur, hatırlamasan ne olur!
Yirmi yıllık süre içinde, ikinci bir Marmara depremi—bu kez İstanbul veya Marmara Denizi merkezli—demokles’in kılıcı gibi Türkiye vatandaşlarının başında sallanıyor, bilim adamları şiddeti konusunda ihtilaflı olsa da yirmi yıl önceki depremden daha küçük Richter ölçeklerindeki bir depremin bile ülkeyi felç edebileceği konusunda öyle aman aman bir görüş ayrılığı yok.
Buna rağmen, tüm yapabildiğimiz “unutmayacağız” deyip, bir enkaz alanının kenarına çelenk bırakmanın ötesine geçmiyorsa, göstermelik iletişimsel eylemlerden başka bir şey akla gelmiyorsa, hala toplumun büyük bölümü “başa gelen çekilir” kaderciliği içinde taleplerde bulunmuyorsa, kimse kusura bakmasın, bunları sırf unutuyoruz dememek için, laf-ı güzaf olsun diye yapmalarda etmelerdeyiz demektir.
***
İnsanoğlunun, gözünün önünde olmayanı unutuveren bir primat olduğunu söylesem, bunca elemin müsebbipleri, sorumluluğu üstlenmekten imtina edenleri savunmak için bizi suçlamaya hazır insanlar bile olacaktır. Niye böyledir diye mi sormalı, yoksa nasıl olur da bu gidişatı değiştiririz diye mi sormalı acaba? Doğru olanı yapmak zor ve cari durumda can sıkıcı tepkilere yol açar diye, yapılması gerekeni yapmamaktan vaz geçmek gerekiyor artık.
Unutmadan söyleyeyim… Doğrudan etkilenmeyince, başkasının başına gelen felaket insanoğlunun çenesi için malzeme üretir. Elbette gerek 17 Ağustos, gerekse 12 Kasım depremlerini bizzat yaşayanlar, enkazın altından çıkanlar o günleri unutmadı. Belki toplumun azınlık sayılabilecek bir kesimi de bu konuda bir endişe duyuyor, bir sorumluluk besliyordur ama o kadar.
Gerçekten, damdan düşenin halini damdan düşen anlar diyorlar ya. Madende hayatını kaybeden eşimin babasının anıları, Zonguldak’ta, Soma’da, Türkiye’nin dört bir köşesinde yaşanan maden kazalarının ardından, kristal gözyaşları halinde tazelenir bizim evlerimizde. Büyük travmalar, onları yaşayanlar tarafından kolay unutulmuyor.
Deprem konusunda da bir örnek vereyim. Düzce’de çalıştığım dönemde, 12 Kasım Depremi’nin sanıyorum sekizinci yıldönümünde bir etkinliğe katıldım. Televizyonda bir sinevizyon gösterisi var, depremin ardından Kaynaşlı, Kervan Kavşağı, Düzce Merkezde yıkılmış binalar, etrafında ağlayan insanlar, zamanla yarışan, gerilim içindeki kurtarma ekipleri birer birer geçiyor. Üzeri kapalı sedyeler geçiyor ekrandan.
Derken, ön sıralarda bir bayanın gözyaşlarına hakim olamadığını gözlemledim, kameramana işaret ettim, onu çekerken, yan taraftan başka biri daha mendilini çıkardı. Derken abartmasız salonun neredeyse tamamı ağlamaya başladı. Depremi dışarıdan izleyen, o acıları bizzat yaşamamış biri olarak, sanki insanoğlunun başına gelen tüm afet ve acılara benim kadar duyarsız biri yokmuş gibi utandım. Hayatımda o gözyaşlarının karşısında duyduğum ezikliği başka hiçbir yerde yaşamamışımdır, bir daha da yaşamak istemem.
***
Yanisi, diyeceğim, Fuzuli’nin deyimiyle, “Suale cevabdan gayrı nesne vermeyenlerden” hesap sormayı öğrenmemiz gerekiyor. Önlem mutlaka devletle, belediyeyle, muhtarla falan ilgili değildir mutlaka. Kendi önlemini alacaksın, daha sonra kurumsal eksiklikleri dile getireceksin, müsebbibinden hesap soracak, gerekirse yakasına yapışacaksın.
Bunu da artizlik olsun diye değil, hak böyledir diye; depremlerde, sellerde, kuraklık, savaş, açlık ve salgınlarda hayatını kaybeden onbinler, yüzbinleri unutmadığını göstermek ancak böyle olur diye yapacaksın. Kendi yaşadığın acıları çocukların, onların arkadaşları yaşamasın diye, hiç yaşamadığın acıları hiç yaşamamak için, o acıları yaşayanların acılarını tüm insanlık ailesinin bir ferdi olarak ta yüreğinin ortasına oturmuş bir değirmen taşı misali hissettiğin için yapacaksın. Yoksa daha çok ağlarsın!
Bunu yapmazsan, sadece afetlerin yıldönümünde “Unutmayacağız” diye kof bir böbürlenme tonu taşıyan boş sözler etmekten başka bir şey yapamayan biri olursun.
O da bir işe yarar mı bilmem!
ETİKETLER : Yazdır
Diğer Yazıları
© degisimmedya.com
İletişim Bilgileri Künye İstek, Şikayetleriniz İçin Tıklayın Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. Tel : 0 372 322 27 30
E-posta: info@degisimmedya.com