ÖLÜM YAŞAM ZAMAN ÜÇLEMESİ
01 Temmuz 2013 10:49:14
Şu anın geçmiş olmasına yol açan, süre dediğimiz, zaman kavramının insan hayatına olan etkisini düşünmeden edemiyoruz. Tüm detayları, öncesi, sonrasıyla başlangıç ve bitiş gibi ilişkilendirdiğimiz değişmeyen ayrılmaz bütünlükle ki dün bugün yarın gibi an dilimlerinin kendisinin parçası olduğu süreklilik içinde bölünmezliği ile maziyi şimdiye, şimdiyi geleceğe bağlayan bir köprü vazifesinde. Ya da zihnin var olanlarını bir bütün olarak ve birden kavrayamaması sonucu olayların, süreye bağlı olup, sürenin olaylara bağlı olmadığını ileri süren bir anlayışı, bir ilişkiye göre art arda gelen olayların düzeni olarak da tanımlayabiliriz zamanı. Deneyimin zorunlu bir koşulu olarak da. Temel gerçekliği içinde görerek de. Tıpkı mekânlar gibi öznel ve nesnel yansıması açısından da ele alabiliriz. Göreli zaman, mutlak zaman, ebedi zamanların anlayışında da geliştirebiliriz zamana bakış açımızı. Oysa benim asıl ilgilendiğim, yaşadığımız sürecin yanı başında çok daha derin anlamlar yüklü saatle, takvimle ilgisi olmayan, kısacası ölçülebilir olmayan, sonsuzluk hissi uyandıran havasının içindeki soyut kavramın, sanata denk düşmesidir.
İlgilendiğiniz sanatla, zaman mefhumunu kaybeder, duyguları, güzellikleri bu yekpareliğin içinde ikinci zamanların buluşması gibi algılarsınız. Ama yine de, zaman deyince, durmayan akışına karşı çaresizliğimiz karşısında yalnız hissediyoruz kendimizi galiba. Oysa ne çok yapılacak iş vardır. Okunacak, yazılacak, görülecek, gezilecek ve tüm bunları ömrümüzün kalan kısmına sığdırabilmek...
Bu düşüncelerin ezeli aynasında nasıl da geçiyor zaman. "Hey yıllar yenilmedim size" diye mırıldanmanın bir cazibesi de kalmıyor işte. Senelerin geçişine aldırış etmesek de, yaş alma duygusunun önüne geçemiyoruz ne yazık ki. Bunu yaşlılık sınırına girmediği ile övünen atmış iki yaşındaki "Yaşlılık" kitabının yazarı Simone De Beavur'dan yaşlılığın tarihsel serüvenini okurken daha iyi anlıyoruz. "Ben kendi hesabıma, otuz yaşından sonra beden ve kafa gücümün artmaktan çok azaldığından, ilerlemekten çok gerilediğinden eminim" diyen Montaigne'den daha gerçekçi yanıtlar alıyoruz. Yine "İnsan yaşamını bir güne benzetecek olursak, yaşlılık en sıkıcı zamandır" diyen, Cesare Pavese'den, Vedat Günyol'un yaşlılığı ölümün habercisi olarak algıladığı yazısında "Ben bugün seksen beşime bastım (...) hâlâ neyim, ne değilim biliyorsam gözüm çıksın (...) Ben ne olacağımı biliyorum: kara toprak" sözlerinden hareketle yaşamın değerini bilme, ona sımsıkı tutunma ihtiyacını da geçen zamanlara borçlu olduğumuzu hatırlamak gerekir.
"Gençlik hayattan o kadar müstakil, o kadar tek başına bir şey ki... Fakat bunu anlamak için insanın biraz yaşlanması lazım" diyen Tanpınar da gençlikten sonra, su gibi akışına gönderme yapar zamanın. "Kimse yaşamayı, yaşlı bir adam kadar sevmez" derken Sophokles, gençliğin taptaze, cıvıl cıvıl çağına derin iç çekme yerine, âsude zamanların tadını çıkarmanın hoşluğuna dem vurur. Yeter ki insan, hangi yaşta, hangi koşulda ve hangi çağda olursa olsun ruhunu harabeye çevirmeden yaş alsın. Zamana en güzel fotoğrafıyla veda edebilmek meydan okuyabilmek için.
İşte sanatın zamanla ilişkisi, her sanatçıya farklı etkiler bırakmış. Kısa, akıcı, zevkli, ibretlik, kederli ümitli ne varsa hür anların üretkenliğine sundukları eserlerini hayal iklimlerinde sonsuza kadar yaşatmışlardır. Ama bu yolculuklarını en hassas zamanlarında yapmışlar, ölümsüz dizelere imza atmışlar, tarifsiz lezzetlerini ilkyaz meyveleri gibi taptaze serinlikte, düşleriyle sarıp sarmalayarak, ısıtmışlardır benliklerimizi. Hayat mı zamanın önünde yürüyor, zaman mı hayatın bilmiyorum. Bildiğim her dakikayı, kendi inşa ettiğimiz adacıklarda yaşıyor, oradan bakıyor, gözlemliyor yine kendi içine geri dönüyor olmamızdır. Zamansa tüm renklerini, o adanın etrafında dolanarak geçiriyor, bizse hissiyatımızın olanca zenginliğini, zamana karşı har vurup harman savurarak geçiriyoruz. Oysa zamanı bütün bir coğrafyaya benzetirsek, sanatla güzelleştirmeye çalıştığımız ovalarına, ırmaklarına, gökyüzüne, içinde kim bilir ne fırtınalar kopan dağlarına, ormanlarına, yağmurlarına, türkülerin mayasından ses verir dizelerin inceliği ile coşar, karakalem çizilmiş resimlerin insan yüzlerindeki kıvrımlarına eşlik ederek aklımıza düşürdüklerimizle gün yüzüne çıkarırken ruhumuzdaki sessize karşı duran volkanı alevlendirebiliriz. "Sanat eserleri, okuduğunuz yazılar, sonsuz yalnızlıklar içindedir" der Rilke. Bu yalnızlığa şiirle eşlik eden şairlerse, denizlerin en derinlerine dalıp çıkardıkları incilerle kelimelerin teline dokunarak hoplatırken yüreklerimizi şiir atlasını genişletirken dilinin sınırlarını da zorlamış olurlar.
Yalnızlığın bereketli zamanları, onların elindedir adeta. Düş odaları o kadar geniştir ki, içinizi yakan ışıkların altında en uygun yeri bulursunuz kendinize. Anlatılamaz bir büyüdür şiir. Yalnızdır evet. Yalnızlıkları bize benzer çok kere. Hepimiz şiirlerin bir parçası değil miyizdir aslında? Şairlerin, kesişme noktalarından ses verdikleri zamana karşı, ölümle yaşam bağlarını şu dizelerle perçinler Yahya Kemal: "Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya / Rûh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya" Yine şairin başka bir anlatımıyla ölüm, "bir başka musikiye geçiş"tir. Mevlâna ise "Kötü idiysek, geçtik gittik kötülüğümüzle / İyi idiysek, hayırla anın bizi / Zamanın terk eri olsam bile, / Bir gün gidersin sen de tek tek gidenler gibi" dizeleriyle yaşamda nefes alıp verirken nasıl bir duruş sergilememiz gerektiğine işaret eder. Ve ölüme inat, zamana inat içimizden geldiği gibi yaşamak Hayyam'ın dizelerinde hayat bulmamış mıdır? "Her şeyi düzene koymuşun gibi yaşa / İçindeymişin gibi yemyeşil bir sevincin / Sanki geçimin falan yolunda, / Çiğ gibi oturdu say yeşillikte bir gececik / Kalkıp gidiyor gibi sabahleyin"
Şiirde zaman denilince aklımıza ilk düşen şair şüphesiz Ahmet Hamdi Tanpınar'dır. Onun bir kültürün, bir medeniyetin, bir lirik anlayışla yazdığı, bizlere okur olarak nasıl bir dünya resmini çizdiğinin de ipuçlarını veren ve Antalyalı Genç Kıza Mektubunda şiir halinin kozmosla nasıl bütünleştiğini adeta bir ruh daralması ile birlikte rüya halini birleştirmesi bakımından çok önemlilik arz eder. Bir büyük arzunun da yakalanması açısından insanın hayatının parçalardan ibaret olduğunun altını çizen trajik bir varoluş meselesi olarak bakılması gereken "Ne İçindeyim Zamanın" şiirinden şu kısa dizelerle yazımı sonlandırmak isterim:
"Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında."
ETİKETLER : Yazdır
Diğer Yazıları
© degisimmedya.com
İletişim Bilgileri Künye İstek, Şikayetleriniz İçin Tıklayın Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. Tel : 0 372 322 27 30
E-posta: info@degisimmedya.com