Ramazan ayında beslenme formülleri
09 Temmuz 2013 13:14:28
Şurası bir gerçek ki, kimsenin birbirine güvenmediği bir dünyada yaşamak durumundayız. Ve bu güvensizlik maalesef gittikçe artıyor. Geçen çarşamba gecesi Mısır devlet başkanı Mursi yönetimine karşı gerçekleşen askeri darbeyi izlerken bu husus aklıma geldi. Tahrir meydanlarında insanların neden toplandıklarını bir bilen varsa bana söylesin. Demokrasi ise, bunu kendileri istedi. Bu şimdi ileriye dönük bir adım mı? Getirilerini önümüzdeki günlerde daha açık bir biçimde göreceğiz.
Ancak bütün bunlar değerli bir dostumun söylediği gibi Müslüman ülkeleri yöneten liderlerin bencilliklerinden kaynaklanmıyor değil. Sonuçlarına katlanıyorlar.
Batı ülkelerinin olaya bakış açısı ise oldukça ilginç. Darbe kelimesini dahi telaffuz etmiyorlar. Davranışları çok belli ki menfaate dayanıyor. Bu haliyle ülkeler birbirine güvenemiyor.
Şimdi bütün bunları bir kenara bırakalım. Konumuza dönelim.
Biliyorsunuz insanlık için paylaşmanın daha da yoğun olduğu Ramazan ayına girdik.
Bu ve benzeri sorunların bu muhteşem ay içinde bir nebze olsun azaldığına tanık olabiliriz.
Umudum, bu atmosferin kazandırdıklarının daha sonraki dönemlere yansımasıdır.
Ramazan ayının düşünen beyinler için önemini böylece belirttikten sonra, şimdi de onun simgesi haline gelen oruca ve bununla ilgili olarak Ramazan'da beslenme yöntemine geçelim.
Birçoğumuz, oruç tutmaya başladı. Ancak Ramazan'da yanlış beslenme ve sağlık konusuna dikkat edemememizden, bir anlamda, kendini şekerci dükkanında başı boş bulan çocuklar misali iftar sofralarında her yiyeceğe saldırması, herhalde kişisel açgözlülükten kaynaklanan bir sorun.
Bunun telafisi mümkün olmuyor. Çeşitli rahatsızlıklara davetiye çıkarıyor.
O nedenle bireyler için İslam-ahlak değer ilişkilerini algılamayı sağlayan ortak kodlara, estetik değerlere, duyarlılıklara değinme zoruluğu var.
Şimdi izninizle bu konuya geçmek istiyorum.
Oruçta, sindirim sisteminin dinlendirilip insan sağlığının korunması esası gözardı edilerek hareket edilmesi, beraberinde birçok komplikasyonu da getirir. Bu nedenle iftar ve sahurda çok ve dengesiz yemek yiyerek vücudumuzu çok daha fazla yormamalı, belirli beslenme kurallarını dikkate almalıyız.
Vücudu yormayalım
Oruç, tıbbi açıdan ele alındığında on bir ay boyunca durmadan çalışan mide ile birlikte tüm sindirim sisteminin, dinlenmeye alınması ve insan vücudunun/beyninin adeta bir arınmaya tabi tutulması olarak kabul edilebilir.
Bilindiği üzere, günlük yaşamda sindirim sisteminde diğer organlara göre hastalık oldukça sık görülür. Oruç bir perhiz ya da zayıflama kürü değildir. Perhiz bir kimseye hastalığı sebebiyle belli gıdaların yasaklanmasıdır. Örneğin; damar sertliği olan bir kimseye hayvani gıdaların yasaklanması gibi... Oruç ise belirli saatler arasında yeme ve içmeyi, cinsel arzuları terk etmektir.
Oruç tutanların en büyük şikayeti Ramazan'da kilo almaktır. Açlık süresini mümkün olduğunca kısa tutmak için sahura kalkmanın yerinde bir hareket olduğunu belirten beslenme uzmanları, sahurda sindirimi geç olan yumurta, süt, peynir gibi proteinli gıdaların tüketilmesini, yiyeceklerin beşte ikisini sahurda, beşte üçünü de iftarda tüketmelerini öneriyor. Vücut ısısına yakın sıcaklıkta ılık bir çorbayla yemeğe başlanması, besinlerin en az yirmi kez çiğnenmesi, katı yerine sıvı yağlarla yapılan yemeklerin tercih edilmesi ve kepek ekmeği, salata, sebze ve meyve gibi posalı besinlerin tüketimine ağırlık verilmesi de tavsiyeler arasındadır.
Oruç bu kurallara göre tutulduğu takdirde, vücut için bir temizlik niteliği taşımaktadır. Dikkat ederseniz, Hz. Resulullah'da (a.s) sahura kalkmanın gerekli olduğunu bildirmiştir. Bu 'sünnete' uymanın mutlak faydalarını görüyoruz.
Ramazan ayında sindirim sisteminde oluşan sorunların çoğu yanlış beslenmeden kaynaklanıyor. Yanlış beslenme, ülser, mide kanaması ve diğer hastalıkları da açığa çıkarmaktadır.
İftar ve sahurda en çok yapılan hatalar, sahura kalkmadan oruç tutmak, sahurda ve iftarda hem çok ve çeşitli yemekleri yemek hem de bunları çok hızlı bir şekilde tüketmek, yemek sırasında çok su içmek, iftarda aç karnına sigara içmektir.
Şimdi bu hataları ve sonuçlarını tek tek inceleyelim: Ramazan'da iftar sofralarının çeşitliliği ve bolluğu malum. Bütün gün aç kalındığı için, iftarda vücudun ihtiyacından çok daha fazla yemek yeniyor. Araştırmalara göre ülkemizde bu sofralar da bir insana yetecek yemeklerin 2-3 katı konmaktayken, işin garibi, iftarı müteakip belki de çoğu el sürülmeden sofradan kaldırılmaktadır.
Boş olan mideye bu kadar çok yemekle yüklenildiğinde sindirim zorlaşacak, bu da ağırlık, ekşime, yanma, bulantı, gibi sorunlara yol açacak, uyuklamalar başlayacaktır. Dikkat ederseniz, iftar ettikten sonra hemen sindirim sistemine yardımcı olacak ilaçlara başvuruyoruz. Diğer yandan bağırsaklarda şişkinlik, kabızlık ve gaz gibi problemler oluşacaktır. Bu nedenle sahurda, özellikle de iftarda, sadece yiyebileceğimiz kadar yemek bulunursa, vücudumuza boş yere yükleme yapmamış ve sağlığımızı da korumuş oluruz.
Çiğnemeden yutmayın
İftar ve sahur sofralarında en çok yapılan yanlışlardan birisi, belki de en göze batanı, yukarıda da belirtildiği gibi yeterince çiğnemeden ve çok hızlı yemek yememizdir. Sindirim, bilindiği gibi önce ağızda çiğnemeyle başlar. Beyin doyma emrini on beş-yirmi dakikada verir, hızlı yemek yediğimizde doyma emrini henüz alamadığımız için kendimizi hala aç hissederiz ve gereğinden fazla yemek yeriz. Ayrıca, ağızda yeterince çiğnenmeyen yiyecekler, sindirim sistemini zorlayacağı için zamanla birçok hastalığa ve probleme neden olacaktır.
Takdir edersiniz ki, bu hareket sadece Ramazan ayına mahsus değildir. Bu bir nevi alışkanlık, huy edinimidir. Haliyle gerek Ramazan'da, gerekse diğer zamanlardaki öğünlerde yiyecekleri mümkün olduğu kadar yavaş yemeli ve çok iyi çiğnemeliyiz. Bildiğimiz bu çok önemli koşulu burada tekrar etme gereğini duyuyorum.
En fazla bir bardak su
İftarda gün boyu su içilmediği, yemekte de ağır şeyler yenildiği için, doğal olarak su içme isteği de fazla olacaktır. Fakat yemek arasında çok su içmek, mide özsuyunun sindirime yardımcı olan enzimlerinin yapısını bozacağından, sindirim zorlaşacaktır. Yemek sırasında en fazla bir bardak su içmek, bütün gün boş olan midenin yemeklerle zorlanmasının dışında bir de suyla sindirimi yavaşlatmasını engelleyecektir.
Günümüz şartlarında - uykusuzluk gibi nedenlerle - çoğu kişi, özellikle de çalışanlar, iftarda fazla yemek yiyerek sahura kalkmıyor, başka bir grup da sahurda fazla yemek yiyerek eksiğini telafi etme cihetine gidiyor.
Bu davranışların her ikisi de yanlıştır. Çünkü bütün gece ve bütün gün boş kalan midede asit salgısı artacak ve bu da çeşitli mide rahatsızlıklarına yol açacaktır.
Bunların dışında, açlık sırasında kan şekerinin düşmesi, tansiyonun azalması gibi sorunlarla da karşılaşılacaktır. Uyku sırasında sindirim yavaşlayacağı için, sahurda çok yemek, sindirim sistemini zorlayacaktır.
Tekrar ediyorum. Ramazan ayında, iftar ve sahur yemeklerinde beslenme kurallarına uygun olarak yenildiği takdirde, hem sağlığımızı korumuş hem de ay boyunca sindirim sistemimizi dinlendirmiş oluruz.
Bu işlevi evrenselliğe yakışır şekilde yerine getirmek gerekiyor.
Unutmamamız gereken önemli bir nokta da, sağlık problemi olan kişilerin oruç tutmaması. Oruç ibadetinin ülser hastalığı ile ilgisi olabileceğinden söz edilmiştir.
Bir konuda dikkatli olmak lazım. Gerçekten mide veya on iki parmak bağırsağında ülser olan kimselerin , oruç tutunca şikayetleri artabilir. Burada oruç, bir açlık periyodu olarak tesir gösterir ve mevcut bir ülserin ortaya çıkmasında bir teşhis vasıtası olabilir.
Fakat oruç tutmanın ülsere sebep olacağını düşünmemek gerekiyor. Zira açlık, ülser sebepleri arasında etkili bir öğe olarak yer almaz.
İslam dini, hastalık, yolculuk ve kadınlarda belirli mazeretler (adet, gebelik, emzirme) haricinde sağlıklı kimselerin oruç tutmasını emrediyor. Önce hastalık halini tarif etmek gerekiyor. Ancak rastgele bir kimseye danışarak oruç tutmamak, izlenebilecek normal yol olmamalıdır.
Doğal olarak oruç tutmamayı gerektiren hastalıklar şöyle özetlenebilir:
1- Tedavisi olmayan ya da ciddi bir hastalık sebebiyle bir ameliyat geçirmiş ve mutlaka beslenme gerektiren hastalıklar
2- Devamlı ilaç kullanmayı gerektiren ağır kalp, böbrek, karaciğer hastaları, ağır şeker hastalığı olan kimseler.
3- Şiddetli ağrılı hastalıkları sebebiyle ilaç kullanması gereken kimseler, ülser hastalığı ve diğer sancılı hastalıkları olanlar.
4- Mevcut bir hastalığın oruç sebebiyle daha ağırlaşabileceği ya da sıhhatin bozulacağından endişe edilen hastalıklar, tüberküloz ve diğer ateşli hastalıklar gibi.
5- Akıl hastaları mükellef olmadıklarından, çok düşkün ihtiyarlar da fidye vermek suretiyle oruç tutmazlar.
Uyku da önemli
Bu arada psikiyatri uzmanları da, kendi alanlarını ilgilendiren açıdan oruca yaklaşmakta, oruçluların Ramazan ayını huzur içinde geçirmeleri için beslenme ve uykularına özen göstermeleri gerektiğini bildirmektedir. Açlık halinde vücuttaki kan şekerinin düştüğünü, bunun da kişinin fizyolojisini ve ruhsal durumunu olumsuz yönde etkileyebildiğini kaydeden uzmanlar, bu kişilerin huzursuz, öfkeli, her şeyi kendisine dert edinen biri haline gelebileceklerini belirtiyor. Bu durum, fizyolojik açıdan 'normal' kabul edilmekle birlikte, kontrol mekanizmalarının devreye girmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Bu hususta görüşlerine başvurduğumuz Prof. M. Kerem Doksat, görüşlerini şöyle ifade ediyor:
"Oruç tutma, yani belirli bir süre için iki faaliyeti" hemen bütün dinlerde var olduğu bilinmektedir. (dünyada yaklaşık 1500 dinin mevcut olduğunu, bu söylediğimin de sadece hemen aklımıza gelen üç uhrevi din için mevzuu bahis olmadığını hatırlatmakta fayda var). Kültürel evrim açısından bu eylemin izahı ilginçtir. Canlının ve o canlı türünün devamlılığı, sürekliliği açılarından en vazgeçilmez mahiyetteki iki temel faaliyet, geçici olarak askıya alınmaktadır:
BESLENMEK ve ÜREMEK.
Neden bütün dini, mistik ve ezoterik (batıni) disiplinlerde bu vakıa mevcuttur? Muhtemeldir ki, bu iki faaliyetin ehemmiyeti ve zaruriliği kutsanmış, törenselleştirilmiş ve geçici bir süre için dahi bunlardan mahrum kalındığında çekilecek sıkıntı ve zahmetin vurgulanması sağlanmıştır. Meselenin ilahi ve kutsi yönü ayrıdır ve benim sahamı aşar, ama orucun hemen bütün kültürlerde, dini ve mistik öğretilerde yer alması doğaldır ki, tesadüfle izah edilemez. İnsanoğlu, şu gezegendeki yaklaşık elli bin senelik varoluşu boyunca, 'farkında olduğunun farkında olan' tek varlık olarak, korkulana, kaybedilmesinden en çok endişe edilene ve bilinmeze perestiş etmiş, hatta tapınmıştır. Aç ve eşsiz kalmaktan fena halde korkan insanoğlu, bu eylemleri törenselleştirmek suretiyle bir nevi denetim altına almış, inandığı kutsal veya ilahi güce de şükranlarını sunarak, onu memnun ederek, çok daha vahim ve kalıcı mahrumiyetlere karşı bir nevi Aşı temin ve tesis etmiştir. Benzer bir tatbikat da kurban vermektir. İlkel dinlerde ilahların gönlünün hoş edilmesi için insanların (özellikle de genç bakirelerin veya oğlan çocuklarının; ikisi de üremenin ve neslin devamının simgesiydi çünkü) kurban edilmesi söz konusuydu. Bu arketip İslam'a da yansımış, sembolik olarak hayvan kurbanına dönüşmüştür.
Sonuç olarak, gerek psikoloji ve sosyal antropoloji açısından gerekse ilahiyat açısından bakıldığında, oruç tutmak nefsin (üremeye ve hayatı devam ettirmeye yönelik içgüdüsel yönümüzün) bir süre için askıya alınması, dizginlenmesi ve bu suretle de terbiye edilmesi anlamına gelir. Gerek ilmi gerekse dini açılardan bu kadar ehemmiyetli ve esansiyel mahiyetteki bir ibadeti uygulayan kişilerin ellerine, bellerine ve dillerine her zamankinden fazla hakim olmaları gerekir. Orucunu bahane ederek öfke kusan, asabiyet sergileyen kişiler zaten eylemin ruhuna ters düşen, yabancılaşan bir tavır içindedirler ve orucun manevi hazzını, kazancını ve tatminini tatmaları mümkün değildir."
Sevgili blog okurları!
Sağlıklı ve iyi bir Ramazan geçirmenizi diliyorum.
ETİKETLER : Yazdır
Diğer Yazıları
© degisimmedya.com
İletişim Bilgileri Künye İstek, Şikayetleriniz İçin Tıklayın Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. Tel : 0 372 322 27 30
E-posta: info@degisimmedya.com