![HOMO LUDENS...](https://www.degisimmedya.com/image/editor/3437_huseyin-aksakalim.jpg)
HOMO LUDENS...
30 Mayis 2016 09:13:58
Bu seneki Osmanlı Çileği Kültür ve Sanat Şenliklerinde, gerçekten keyif alabileceğim etkinliği el sanatları sergisinde buldum.
Koray Büyükyıldırım organizasyonunda gerçekleştirilen stantta, birbirinden güzel ahşap oymaları, Naht, Çini İşlemeciliği, Sedef Kakma, Hat sanatı, ahşap oyuncakları görünce, kırk yıllık bir geçmiş film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Standın karşısında çalan ney de bu filmin müziği oldu. "Keşke" dedim, "Bunların hepsini ben de yapabilsem!"
Çocukluğu bir orman köyünde geçen herkes, taze ahşabın hafifçe keskin kokusunu çok iyi bilir. Hatta bu kişilerden orta yaşı bulanlardan kimileri gürgen ahşabının kokusu ile kestane ahşabının kokusunu bile birbirinden ayırabilir. Şüphesiz tam da içinde bulunduğumuz mevsimde, ağaç gölgelerinde taze sürgünlerin, ormanın içinde bir yama gibi gözüken otlaklarda taze çiçeklerin kokusunu da iyi bilir bu kişiler.
Bu sanat dallarının neredeyse hepsi, insanoğlunun çok uzak olmayan bir geçmişte bilgisayarların değil, doğanın bir parçası gibi yaşadığı günleri getiriyor akla...
Ve bu ortamda oynanan, oynanmış, bazıları artık oynanmayan, bir daha oynanmayacak oyunları...
Bugün orta yaşlara merdiven dayayan yıl önce plastik ve teneke oyuncaklar pek rastlanır bir şey değildi. Ama silah, düdük (ses çıkaran oyuncaklar) ve araba merakı o zaman da bugün olduğu gibi erkek çocuklar arasında revaçtaydı.
Yaşlı bir gürgen kütüğünün kabuğundan tekerlekler yapar, ortasına bir ahşap çubuk geçirir, bu çubuğa da bir metrelik bir sap takarsınız, en kralından bir arabanız olur. En güzel egzos sesi de çocukların ağzıyla çıkardığıdır ha! Silah denilen şey de bir bölümü kabza şeklinde ahşap şeklindedir. En alasından bir mantar tabancasının çıkardığı sesten daha filmografik sesler çıkarırsanız ortam tamamlanır.
Düdüklü oyuncaklar çeşit çeşittir. Ceviz filizlerinden flütü andıran düdükler yapılırdı. İlgisi olmamasına rağmen kaval denirdi. Sonra kestane filizlerinden dört santimlik bir bölümün kabuğu bütün olarak çıkarılıp, ağzı hafifçe yontulduğunda 'Kamış' denilen başka bir düdük türü yapılırdı. Daha kalın bir kestane filizinin kabuğu spiral şekilde çıkarılır, yaban dikenleri kullanılarak konik bir biçim verilir, ucuna da daha önceden hazırlanmış kamış takılarak en kral baritonun, bu faaliyetler esnasında güdülen en iri öküzün çıkaramayacağı bir böğürtü çıkarması sağlanırdı...
Elbette bu arada inek ve öküzlerin gündüz tayınlarını alması da bir şekilde garantiye alınırdı. On yaşında çocukların iki yaşında devasa sığırları güreştirerek eğlendiği oyunları bugünün ebeveynleri görse pat diye düşüp bayılırdı herhalde!
Kırk yıl kadar önce Ereğli ağzıyla "Çukuruk-Çıkrık" diye bir oyun oynanırdı. Bu oyun aletini kullananların tamamı bugün en azından orta yaşlardadır.
Enikonu dik bir yamaca iki ucu da sivriltilmiş bir buçuk metre boyunda bir kazık sabitlenir. Kalas sayılabilecek kalınlıkta uzun bir odun parçası tam ortasından kazığın göğe uzanan kısmındaki sivri kısma uyacak şekilde hafifçe oyulur. Sonra iki çocuk bu odunun iki ucuna geçerdi. Yokuşun dik kısmında koşarken, öbür ucundaki bu kaba pervanenin öbür ucunda havada uçardı. Her yaştan çocuk bu tehlikeli oyunu oynardı ama hazırlık aşaması için delikanlılığa merdiven dayamış kişilerin bulunması mecburiydi çünkü hayli uzun süren bir ön hazırlığı vardı.
Çelik çomak oyunları arasında şu an aklıma gelen Çelik, Södel ve Guppen isimli üç oyun akla geliyor. Hiç biri sokak aralarında oynamaya uygun değildir. Öte yandan Galesir (Kale-Esir) denilen oyun arazide oynanabildiği gibi okul bahçelerinde de oynanabiliyordu.
Harman yerlerinde güreşler yapılan dönemin son demlerini görmek kısmet oldu. Bu vesileyle yetişkinlerin oynadığı, "Köyler Göçtü" denilen olağandışı eğlenceli bir oyunu da izleme fırsatı buldum. Hatta bölgemizin büyüklerinden Prof. Dr. Ali Osman Özcan'ın talebiyle bu oyunun nasıl oynandığı konusunda bilgileri de yaşlılardan bizzat derleyerek kendisine ulaştırdım. O da bir yazısında bu oyunu değerlendirdi. (Nasıl oynandığı konusu bu yazının kapsamını aşıyor ama temel özelliği onlarca, yüzlerce kişinin katılımı ve eğlenmesinin garanti altına alındığını söylersem, bugün sohbet için bir araya gelen gençlerin birbirlerine bakmadan cep telefonlarıyla oynadığı sosyal ortamların nasıl trajikomik olduğunu anlayabilirsiniz.)
Osmanlı Çileği Şenlikleri'nde o el sanatları sergilerine gidince, yeniden doğada öküzler, inekler; çiçekler, her bahar sonunda çocukların dönüşünü beklerken coşkuyla çiçek açan ağaçlar geliyor akla. Eskiden hayatın para karşılığı verilen bir şey olmadığı, yaşamı sürdürmek için sürdürülen meşgalelerden kalan her anın bir şenlik, bir festival, bir oyun vakti olduğu da...
Hangi yaşta olursa olsun, oyunun da hayat içinde en az yaşam meşgaleleri kadar önemli bir yer tuttuğu günlere özlemini, o günlerin bir daha geri gelmeyeceğini, çocuklarımızın bu yaşam biçimini belki de hiç hissedemeyeceğinin hüznünü de yaşattılar aynı anda...
Zaten sanat bu değil mi? Hayatın içinde kaybolan insanca, ama çok insanca olan şeyleri getirip bunları yitirenlerin önüne koymak değil mi?
ETİKETLER : Yazdır
Diğer Yazıları
© degisimmedya.com
İletişim Bilgileri Künye İstek, Şikayetleriniz İçin Tıklayın Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. Tel : 0 372 322 27 30
E-posta: info@degisimmedya.com