17 YIL ÖNCE, AYIN 17'Sİ
18 Agustos 2016 08:55:10
Geçtiğimiz asrın son demleri... Sıcak bir yaz gecesi... Tarih 17 Ağustos 1999. Birden başlayan sarsıntı yaklaşık elli saniye kadar sürdü. O anda dışarıda olanlar asfaltın dalga dalga üstlerine geldiğini, binaların tepelerinin sarhoş gibi sallandığını, nihayet içlerindeki canlarla birlikte gürül gürül çöktüğünü gözlemledi.
Merkez üssü İzmit Gölcük olan depremde resmi kayıtlara göre 17 bin 825 yurttaş yaşamını yitirdi. Onbinlerce kişi yaralandı. 96 bin konut ağır, 107 bin konut orta, 124 bin konut az hasar gördü. Gölcük neredeyse tamamen yıkıldı. Olay yüzbinlerce kişinin ruhunda can tenden çıkana dek silinmeyecek derin izler bıraktı.
Depremin ardından yapılan çalışmalar, 1999 öncesindeki yirmi yıl boyunca yapılan binaların büyük bölümünün standartlara uygun olmayan malzemeler kullanılarak, çoğunlukla da standartların kabul edebileceğinden az malzeme kullanılarak yapıldığını gösterdi. Bir iki göstermelik günah keçisi bir yana bırakılırsa, bu işleri yapanların büyük bölümü yaşamlarına kaldıkları yerden, hiçbir şey olmamış gibi devam etti.
Ne de olsa burası Türkiye... Deprem oldu diye işinde gücünde insanları suçlamak ölenleri geri getirecek miydi?
***
Türkiye deniz, güneş, kumsalların; misafirperveri, güler yüzlü insanların ülkesi olduğu kadar seller, depremler, heyelanlar, iş kazalarının; duyarsızlığın, vasatlığın, öngörüsüzlüğün de memleketidir maalesef.
Aynı mahallede bulunan binaların bir kısmı yıkılıyor, bir kısmı yıkılmıyorsa, bunda depremin kabahati olmadığını teslim etmek aklın gereğidir. Burada net bir insan kusuru vardır. Duyarsızlık, vasatlık ve öngörüsüzlüğün derinleştirdiği, suça dönüştürdüğü bir kabahat vardır.
Böyle bir şey olduğunda, o bölgede inşaat ruhsatlarının nasıl verildiği, denetimlerin nasıl yapıldığı sorgulanmıyorsa, bu işlerden sorumlu olanlar hakkında yasal takip yapılmıyorsa, demek ki bir sonraki dönemde bunların, hatta bu kişileri örnek alan başka kişilerin kar hırslarını akıl ve vicdanlarının yerine koymasının önüne geçme iradesi yoktur.
İnsanlar kendilerinin yaşayacakları konutların nasıl inşa edildiğine ilişkin inisiyatif almayı ciddiye almıyorlarsa, böyle işlerde masraf olur kaygısıyla standartların gerisinde işleri teslim almayı içlerine sindiriyorsa, böyle bir vasatlığın içinde yaşamayı uyanıklık sayıyor, kazançlı kabul ediyorsa, bu aptallık eninde sonunda insanı önemsemeyen bir sisteme dönüşecektir.
Fay kırıkları, dere yatakları, heyelan riski bulunan yerlere bina dikme öngörüsüzlüğünün izahı yok. Bu öngörüsüzlük sadece doğal afetlerle de ilgili değil. Bakın maden kazalarına, trafik cinayetlerine, denizde, hatta sulama kanallarında boğulmalara, terör olaylarına, hatta ve hatta kadınlar ve çocuklara yönelik şiddetle ilgili suçlara... Hepsi öngörüsüzlüğün izlerini taşımıyor mu? (Şu son yaşadığımız darbe girişimi bile başından aşağı bir öngörüsüzlük kokmuyor mu?)
Hadi insanların hepsinden aynı sağduyuyu beklemeyelim. Peki ya belediyeler, resmi kurumlar, bakanlıklar, hükümetler... Bunların böyle konularda basiretli davranma, olabilecek olanı önceden öngörme yükümlülüğü yok muydu? Bugün kurumları temsil eden yetkililerin geleceğe yönelik öngörülerde bulunmak mecburiyeti yok mu?
Ne bileyim, mesela Zonguldak'ın sivil savunma planları değişik senaryolara göre güncelleniyor mudur? Farklı afetleri kapsayan bir risk haritası var mıdır? Sonbaharda sel olasılıkları nedeniyle teyakkuza geçen birimler var mıdır? Afetlerin zararını en aza indirmek için imar planlarına müdahale edebilecek bir sistem var mıdır?
***
Ne yapsak o sıcak Ağustos gecesinde yaşananları tersine çeviremez, ölenleri geri getiremeyiz. Günlük yaşamın hayhuyu içinde aradan bu kadar sene geçtikten sonra orada yitirilenlerin hatırasının bile her yıl biraz daha solduğunu hicap duyarak fark ediyoruz.
Fakat hiç değilse, gırtlağımıza çöreklenen ve bir türlü kurtulmayı başaramadığımız, ülkeye ve topluma tüm afetlerin kendi başına verebileceğinden daha fazla zarar veren duyarsızlık, vasatlık ve öngörüsüzlüğümüz hakkında özeleştiri yapabiliriz.
Söz konusu olan sorumluluk makamındakiler olduğunda özeleştiri yetmez elbette. O eleştirinin gereğinin tüm boyutlarıyla yapılması da gerekir.
Maalesef bunu yapamıyoruz işte!
ETİKETLER : Yazdır
Diğer Yazıları
© degisimmedya.com
İletişim Bilgileri Künye İstek, Şikayetleriniz İçin Tıklayın Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. Tel : 0 372 322 27 30
E-posta: info@degisimmedya.com