ŞEMSİYE...
29 Eylül 2016 09:16:22
Hayatta her şeyin bir yeri, amacı vardır. Şemsiyenin amacı yağmurdan, bilemedin kar yağışından, kimi zaman da güneşten korunmaktır. Şemsiyeyi anlamlı kılan budur. Başka türlü bir kullanım biçimi, en hafif deyimle akıl tutulmasıdır.
Ama bir gün bir adam, kendisinin de içinde bulunduğu metrobüsün şoförüne kızıp, Allah yarattı demeden, yağış ihtimali nedeniyle yanında taşıdığı şemsiyeyi metrobüs şoförünü hizaya getirmek için kullanmaya kalkar. Metrobüs yoldan çıkıp altındaki otoyola uçar.
Adamın niyeti büyük oranda sürücünün kendi dediği minvalde bir tutum almasıdır. Ancak aklın kolayca ulaşabileceği gibi, netice başka türlü olur. Şoför saldırganın istediği gibi bir yola girmediğinden, saldırgan istediğini elde edemez. Bu arada metrobüsteki tüm yolcular ölebilir, şoför ölebilir, metrobüsün altında kalan araçlardakiler ölebilir. Bu arada şemsiyeli saldırgan da canından olabilir.
Bir başkası, arkadaşlık teklif ettiği bir hanımı belediye otobüsünde erkek arkadaşıyla görünce bıçağını çektiği gibi saldırıya geçer. Otobüste çocuklar, yaşlılar, kadınlar vardır. Araya girerler, saldırgan kaçar. Bu arada otobüsteki herkes canından olma tehlikesi ve korkusu yaşar.
Bir diğeri, düğün konvoyu ile yolu keser, yolun ortasında otomobilerle gösteri sürüşleri yapmaya başlar. Buna drift diyorlar. Sanki insan hayatını hiçe sayan bir davranış, bir nevi eğlence, bir kutlama biçimi, bir spor sayılabilirmiş gibi.
Bir profesör, kedisini öldürdüler diye sokak köpeklerine saldırır. Entelektüel düzeyinin yaşamın yanında yer almasını zorunlu kılacağı varsayılan bu kişi, bıçağı kaptığı gibi sokaktaki bir köpeği boğazlar.
Mahallede oyun oynayan çocuklar arasında kavga çıkar, aileler işe karışır, silahlar bıçaklar çekilir. Başka bir yerde, yolda hava olsun diye ruhsatsız tabancasıyla havaya ateş açan kişi, apartmanın bilmek kaçıncı katındaki çocuğun canına mal olur. Bunun gibi haberlerin neredeyse günlük hayatın bir parçası haline geldiği bir toplumda, sosyal yaşamın geldiği noktanın sorgulanması gerekmez mi?
Hiç değilse nereye gidiyoruz diye sormamız gerekmez mi?
***
Her gün gazetelerde okuduğunuz, televizyonlarda izlediğiniz, sosyal medyada takip ettiğiniz haberler dünya algınızın oluşmasında önemli bir rol oynar. Dahası, dünya algınız da bu haberlerin oluşmasında büyük oranda etkili olur. Bir nevi tavuk-yumurta meselesidir bu.
Garip bir akıl tutulması atmosferi içinde yaşıyoruz. Bu atmosferin her geçen gün biraz daha boğucu bir hal aldığını gözlemliyoruz.
Esasen toplumun büyük bölümünün ilkelerle değil, dürtülerle yaşadığını bilmemize rağmen, hane halklarını esir alan evlilik programlarında ayrılık anı geldiğinde "Ben şuna gelemem, buna gelemem," minvalinde prensip meselelerinin toplumun gözüne sokulması bir nevi ikiyüzlülük olarak algılanamaz mı?
Akşam saatlerinde birbirinin fotokopisi gibi duran dizilerde, hanımların gözünde sürekli yaş, erkeklerin sürekli kaşları çatık, yumruklar s ıkılı rol kesmesi, insan hayatında mücadele ve çatışmanın, dayanışmadan önce geldiği mesajını veriyor. Özellikle bireysel gelişimini kemale erdirememiş çağdaki gençlerin, şiddeti her geçen gün hayatın normali gibi algılamaya başlamasında, konuşulacak çözümlenecek problemlerin "Posta koyarak" çözümlenmeye çalışılmasında ve neticede baştaki problemin çok daha büyüklerine yol açmasında iletişim ortamından pompalanan nefret duygusunun rolü yok mudur?
***
Asayiş olayları, her zaman sıradanın dışına çıkan olaylardır. Failler de çoğu zaman "sıradanın dışına çıkmak" dürtüsü içinde, "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" anlayışındadır. Böyle bakıldığında, toplumdaki şiddet eğiliminin, bir eğitim ve kültür problemi olduğu kolayca algılanabilir.
Eğitim meselesidir, çünkü sürekli bir yarışma ve rekabet ortamı içinde, o sınavdan bu sınava koşturan çocukların, ortak çalışma, dayanışma ve birlikte yaşama duygusunun zarar göreceğini görmek gerekir. Bu durumda eğitim sistemi, eğitilmiş insanların elde edeceği kabiliyetler yerine, husumeti esas alan bir tür cehaleti pompalamış olur.
Kültür meselesidir çünkü, ahbaplık kültürü, komşuluk, mahalle yaşamı, aile, millet olma gibi meziyetler, bir toplumun ürettiği kültür tarafından bireylere aşılanır. Bunun yerini başkasının zarar gördüğünden keyif almaya dayanan sapkın bir duygu aldıysa, sosyokültürel tabanın sağlıklı olduğunu söylemek mümkün olamaz.
Hayatı kendimiz gibi olmayanlara zehir etmek yerine, hep birlikte daha güzel, daha huzurlu bir dünyaya ulaşmayı hedefleyen bir kültür ihtiyacımız var.
Tıpkı şemsiyeye metrobüs şoförünü hizaya getirmek için değil, yağmurdan korunmak için ihtiyacımız olduğu gibi...
ETİKETLER : Yazdır
Diğer Yazıları
© degisimmedya.com
İletişim Bilgileri Künye İstek, Şikayetleriniz İçin Tıklayın Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. Tel : 0 372 322 27 30
E-posta: info@degisimmedya.com