İnsanoğlu, başına geleceği kesin olan ölüm gerçeğini unutabiliyor ve sanki ölüm kendisinden uzakmış gibi yaşayabiliyor. Sanki ne kadar ömrümüz olduğunu bilir gibi uzun vadeli planlar yapabiliyor, hayatı gelişi güzel harcayabiliyor, kendimizi geliştirmek, hatalarımızı düzeltmek ve eksikliklerimizi gidermek yerine, paramızla, ünümüzle, güzelliğimizle, kariyerimizle var olma çabasıyla yarışıyoruz. Oysa hayat insan için tekrarı olmayan bir süreden ibaret ve kimse dünyada sonsuza kadar kalamıyor. Ölüm her an yanı başımızda duran bir gerçek olmasına rağmen sanki ölecek olan başkaları gibi davranabiliyoruz.
Ölüm gerçeğini unutanlarla, hatırlayanların yaşam stiline baktığınızda birbirine zıt iki farklı tarz görmek kaçınılmaz.
Peki, hangisi insan için daha faydalı?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi diyor ki;
Ölümü
Kabul Etmek Yaşam Sevincini Artırıyor:
Sanıldığının aksine insanlar ölümü yok saydıkça yaşamın
anlamını hakkıyla veremiyor. Çünkü her şey zıddıyla anlam kazanıyor. Ölüm
olduğu için yaşam var ve ölüm olduğu için yaşamın kıymeti ve değeri
anlaşılıyor. Ölümden konuşmamak, ölümden kaçmak, ölümü gündemimizden uzak
tutmak bize zarar veriyor. Böyle bir yaşantımız varsa ölüm kaygısı, ölüm konusu
açıldığında aşırı tedirginlik, ölüm aklımıza geldiğindede panik yaşamamıza
neden oluyor. Bu da yaşantımızı zorlaştıran bir duygu edinmemize sebep oluyor.
Ölümü
Gündeminde Tutmak Davranışları Olumlu Etkiliyor:
Ölümü sık sık hatırlamak, cenazelere katılmak, kabir
ziyaretleri, bize ölümü hatırlatan her olay, kendimize çeki düzen vermemize
sebep olabiliyor. Hala zaman verildiğini görmek, süremiz bitmeden daha iyi
işler yapmaya bizi motive edebiliyor. Bir gün mutlaka öleceğimizi bilmek,
ölmeden önce bize zarar veren alışkanlıklardan kurtulmak, kendimizi geliştirmek,
daha iyi davranışlara sahip olmayı istemek için önemli bir etken.
Ölüm
Gerçeği Bir Amacımız Olduğunun İspatı:
İnsanın sonsuz yaşama isteği ölümü kabul etmesini
zorlaştıran bir etken. Ancak ölüm bu dünya için geçerli bir kapanış. Doğumla
başlayan her ömür ölümle bitiyor. Bu da gösteriyor ki arada geçen zaman bize
verilmiş bir süre. Bu süre, bir gün bitecekse bir veriliş amacı olmalı. Hayatın
içindeki uygulamalara baktığımızda da görebiliriz, biz süreyi bir isteğin
yerine getirilmesi için veririz. Süre verdiğimiz her şeyden o zaman içinde bir
beklentimiz vardır. İş yerinde çalışanınıza bir sorumluluk verdiğiniz de bir de
süre verirsiniz. "Şu kadar gün içinde bu işin bitmesini istiyorum." deriz. Eğer
süre olmasaydı o iş ne zaman istersek o zaman, veya süre olmadığı için belki
hiçbir zaman yapılmazdı. Dolayısıyla süre vermenin bir anlamı vardır. Bir
başlangıç ve teslim tarihi olmasının anlamı o süre verdiğimiz kimse o süre
içinde ondan bir beklentiyi gerçekleştirmesini istiyoruzdur. Bu insanın ömrü
için de geçerlidir. Verilen süre bir amaç için verilmiştir. Bitecek olan bir
zamanda insan sonsuza dek yaşayacakmış gibi davranırsa kendisinden beklenen
amacı gerçekleştirmek için çaba göstermesi zordur.
Ölümün
Bir Son Olmadığını Bilmek Süreyi Daha İyi Kullanmamıza Sebep Oluyor:
Ölüm sonrası yaşama inananla, inanmayan arasında hayatı
yaşama stili olarak fark oluşuyor. Ölüm sonrasına inanan kişi yapıp
ettiklerinin, sorumluluklarının, harcadıklarının, kazandıklarının,
davranışlarının nelere sebebiyet verebileceğini, hesaba katarak yaşamaya gayret
ediyor. Ölümden sonraki yaşama inanmıyorsa kişilerde bu dünyada yaptıklarının
değerlendirileceğiyle ilgili bir kaygı oluşmuyor. Bu da insanların
davranışlarında, yaptıklarında kontrolsüz davranma hakkına sahip olabileceği inancını
geliştirebiliyor. Yaptıklarının değerlendirilmeyeceğine inanmak kişilerin
bozulmasını kolaylaştırıyor.. Her şey zıddını var eder der Deneyimsel Öğreti.
Ölüm sonrası için kaygı oluşmadığında, kişilerde ölüm kaygısı oluşmaya
başlıyor. Ölümden korkma, bu dünyada sonsuz yaşam, ömrü uzatma, başka gezegende
yaşama gibi arayışlara girmeye sebebiyet verebiliyor. Oysa ölüm kaçamayacağımız
bir gerçek, ölümü kabul ettiğimizde kaygımızı doğru yere yerleştirdiğimizde,
yaptıklarımızdan sorumlu olduğumuz bilinciyle yaşadığımızda hayatımız, ömrümüz
güzelleşmeye başlıyor.
Ölüm
Gerçeği Yetkimizin Sınırlarını Fark Ettiriyor:
Hiç birimiz ölüme engel olma yetkisine sahip değiliz.
Öleni geri getiremediğimizden bunu anlayabiliriz. Mezarlıklardaki insanları
diriltme gücü bize verilmemiş. Bu da gösteriyor ki bu ömrü bize vermeye ve
almaya gücü yeten biri var. Yaratıcı, izin verdiği zamana kadar bu sahnedeyiz.
Ölüm, bu dünya hayatımızın, bize verilen sürenin
bittiğinin işaretidir. Artık bizden bir şey beklenmediğinin işaretidir. Hala
süremiz varken, henüz öykümüz bitmemişken kalan zamanı bize faydalı olacak
şekilde kullanmak, ömrümüze değer katmak içinse hiçbir zaman geç değildir.
Haber : Şafak Negüzel
ETİKETLER : Yazdır